Açık ve Gizli Köylülük: Toplu Savrulma | Tarık Çelenk ile söyleşi

11.11.2025 medyascope.tv

11 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Tarık Çelenk stüdyoda konuğum. Kendisi, Vagon Yayıncılık’tan yeni çıkan ‘’Açık ve Gizli Köylülük: Toplu Savrulma’’ kitabında, kendi tâbiriyle yine mahallesine bakıyor. Mahallesinden hareketle bir köylülük eleştirisi, ama tüm Türkiye'ye yönelik bir köylülük eleştirisi var. Hoş geldin Tarık.

Ruşen Çakır: Hoş bulduk Ruşen.

Ruşen Çakır: Sen zaten Medyascope’un bir parçasısın.
Çelenk: Tabii.

Ruşen Çakır: Ama bu sefer ben seni konuk ettim.
Çelenk: Evet, teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Ne olacak bu senin mahallenle kavgan? Bitmeyecek mi?
Çelenk: Mahalleyle kavga şöyle. Aslına bakarsan, bu ülkedeki tartışmaların ve gerilemenin çok ciddi bir sosyolojik boyutu var. Ben bundan önce psikolojik boyutla da çok ilgileniyordum. Tabii sizler daha çok siyasal boyutlarıyla ilgileniyorsunuz. Ama bence, siyasal boyutları belirleyen çok sağlam bir sosyoloji var. Hatta Türkiye'deki sosyoloji ekolünün sağlam adamları da bunu yakalamışlar. Ekrandan da göstereyim, mesela Mümtaz Turhan’ın ‘’Kültür Değişmeleri’’ araştırması. Mümtaz Turhan, Şerif Mardin bu köylülük üzerinden gidiyorlar. Türkiye'deki ‘’mahalle,’’ siyaseti ve ekonomiyi belirleyici. Ne dersek diyelim, hâlâ AK Parti'ye oy veren insanlar, Türkiye'nin temel dinamizmini taşıyorlar. ‘’Anadolu Kaplanları’’ söyleminde bir dinamik yapı var. Durmuş Hoca’nın tanımıyla, bu insanlar, hem ticaret açısından hem girişim açısından, hem de duygusal bazdan heyecanlarını kaybetmemiş, ama entelektüel önderleri olmayan insanlar grubu. Onun için mahalleyi toparlamak çok önemli. Bu ülkenin temel direği ‘’mahalle.’’ Biliyorsun bundan önceki ‘’Mahallenin Krizinden Memleketin Krizine: kitabımda da bunu yansıtmıştım. O nedenle bu seferki kitabımda da ‘’mahalle’’yle uğraşıyorum. Çünkü ‘’mahalle,’’ Türkiye'deki siyasetin, ekonominin, toplumsal uzlaşmanın belirleyicisi olan bir yapı. Zaten Şerif Mardin de aynı şekilde ‘’mahalle’’ kavramı kullanıyor. Çünkü ‘’mahalle’’ kavramı kapalı bir grubu ifade ediyor ve bu kapalı grup ‘’ötekine’’ karşı çok mesafeli; bir güven problemi var. Adaleti, hukuku, vicdanı ancak kendi kimliğinde yorumluyor, ‘’ötekinin’’ kimliği üzerinden yorumlamıyor. Bu, ciddi bir problem. Ama karşı mahallede de buna benzer bir problem var. Ben zaten ‘’mahalleyi’’ ‘’açık köylü’’ olarak tanımladım. Mahalle dışındaki katı Kemalist yapıyı da ‘’görgülü görünümlü gizli köylülük’’ olarak tanımladım. Tabii çok tepki çeken bir konu. Ama ötekine karşı kapalı olmak, değişime karşı kapalı olmak ve eleştiriye açık olmamak, kapalı bir yapının belirtileri. Ben buna ‘’köylülük’’ ya da ‘’politik kabileler’’ diyorum.

Ruşen Çakır: Burada birçok boyut var. Mesela Türkiye, özellikle son yıllarda alabildiğine bir şehirleşme yaşıyor. Sen de ben de çok gidiyoruz Anadolu'ya. Anadolu'da nüfus sayısının azaldığını gözlemliyorum. Mesela en son, memlekete, Hopa'ya gittim. Hopa'da çok büyük bir hareketlilik var ama nüfus artışı yok.
Çelenk: Ben de Malatya'daydım iki gün önce.

Ruşen Çakır: Nüfus artmıyor. Nüfus ya azalıyor ya da sabit kalıyor veya çok az artıyor. Esas olarak, ülkenin kalbi, büyük ölçüde batıda atıyor. Batıda, mesela 31 Mart seçimlerinde, Trakya'dan Akdeniz'e kadar ülkenin neredeyse bütün belediyelerini CHP aldı.
Çelenk: Evet.

Ruşen Çakır: Ama ülkeyi hâlâ o senin mahallen yönetiyor.
Çelenk: Dediğim gibi, ‘’köylülüğü’’ mekânsal olarak tanımlamıyoruz. ‘’Köylü’’ derken, aslında taşralılığı ve kasabalılığı kastediyoruz. Köylüler çok darılmasın lütfen. Şimdi bahsettiğin o kentler artık mega taşralar oldu ve buradaki sorun, kültürün değişmemesi. Demin de bahsettim, Mümtaz Turhan ‘’Kültür Değişmeleri’’ demiş. Turhan, Erzurum’da kendi köyünü incelemiş ki orası bizim de köyümüz. Sorun, bu taşra kültürünün bir türlü bir zihni devrime inkişaf edememesinden kaynaklanıyor. Bu bölgedeki insanlar tepki oyu olarak CHP'ye oy veriyorlar ama sonuç itibariyle bu bahsettiğim Anadolu dinamizmi devlette CHP’ye güvenmez. Genel seçimlerde ise denklem çok farklı olacaktır. Ben buna ‘’Kripto AK Partilik’’ diyorum. Bu insanlar AK Parti'yi çok sert eleştiriyor. CHP'ye oy verdi diye Türkiye kurtulacak mı, o ayrı bir tartışma konusu. Ama büyük kentler, mega kent değil, mega kasabalar hâlinde ve bu mega kasabalarda, köylünün kapalı ideolojisi, değişmeyen kültürü, her ne kadar ekonomik ve siyasi açıdan çok güçlü olsa da, görgü gücü çok ters orantılı olarak zayıf; kent kültürü yok ortada ve bu insanlar kimlikler içinde konforu yaşıyorlar. İktidara bağlı olanlar kendi kimliklerinin üzerinden o konforu yaşıyor.

Ruşen Çakır: O konforu biraz açalım.
Çelenk: Tabii. Hatta bir iki kavram da kullanacağım bu konforla ilgili. O bizim ‘’mahalle’’ dediğimiz konforun içinde, özellikle gençlerden bahsetmek istiyorum. Gençleri üç kategoriye ayıralım. Bu, çok dikkatten kaçan bir şey. Benim için, bir başörtülü hanımefendinin elektrikli cip kullanması tabii ki güzel bir şey. En azından 28 Şubat’ın acısını çekip, bunu yaşayan insanlardan biri olarak söylüyorum. Ama gördüğüm kadarıyla, mahallenin zengin, yeni elit genç kesimi ve onların çocuklarında bir değer kaygısı yok; namazında, niyazında, umresinde insanlar. Ama bu insanlarda kültür olarak, Türkiye'nin geleneksel, muhafazakâr kültüründen ziyade, çok ciddi enternasyonal bir ‘’körfezleşme’’ görüyorum. Mesela, artık bunların tatil ve turizm kavramları, bir Katarlının ya da bir Birleşik Arap Emirliklinin, İngiltere'de eğitim görmüş olan bir seküler çiftin kültüründen farklı değil. Mesela Marmaris'te bir yapı var biliyorsun, dağın içine otel yaptılar, dağ yarıldı. Zaten o konu hâlâ mahkemelik. Onun içine girdiğin zaman o kadar lüks ki. Ama o lüksün dışında, Marmaris’in denizinin güzelliği, yeşilinin güzelliği ile çok ilgilenmiyor bu insanlar. O betonun içinde, Katar’daki, Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki tesislerdeki gibi bir lüksü yaşıyor. Bu İngilizce bilen, yeni genç jenerasyon muhafazakâr zenginlerde, ‘’yerli ve milli’’ dediğimiz taşra milliyetçiliği yok. Tam tersine bir körfezleşme var. İlaveten, hak, hukuk ve adalet konusunda da kendi kimliklerine kapanma durumu var. Artık iktidarın adalet ve hukukla olan, eleştirilen konularını, siyasetin  doğal bir parçası olarak görüyorlar. Ve bunlar, siyasetin parçası olarak, ‘’Timur da, Cengiz de büyük hükümdardı. Osmanlıların büyük hükümdarları iktidarda kalabilmek için şunları şunları yaptılar’’ diye iktidarın bir parçası olarak görüyorlar. Adalet, vicdan, insaniyet, dini inanç ya da tasavvuf, kendi değerlerinin bir parçası değil, tamamen kimliklerine kapanmış oldukları bir durum.

Ruşen Çakır: O zaman bu, kazandığını koruma refleksi.
Çelenk: Evet ama o zaman bu ciddi bir sorun. Bu, hem dünyadaki evrensel değerler açısından bir sorun, hem İslam dünyasındaki medeniyet krizinin yine bir paranteze girmesi açısından bir sorun.

Ruşen Çakır: Uzun zamandır konuşulan bir husus var. O konuda ben de epeyce araştırdım, yazdım, yayınlar yaptım. Muhafazakâr ailelerin dinden çıkan ya da dine mesafeli bakan çocukları diye bir olgu var. O bir şey işaret etmiyor mu?
Çelenk: Şimdi şöyle bakmak lazım. Bu muhafazakâr ailelerin çocuklarını üç sınıfa ayırabiliriz. Birincisi, zengin muhafazakâr olup sistemin içinde olanların, yani Körfez’le, dış dünya ile ilgili işler yapanların, global evrensel vizyonda olanların, yaşamlarının, kimliklerinin bir parçası zaten din, tarikat, cemaat. Bunlar kentli manada kastettiğim insanlar. Bunların bir kısmı, Marmaris'teki bahsettiğim yere ya da Körfez’e giden veya “Erdoğan giderse biz Körfeze geliriz” diyen insanlar. Onun dışında bir de yoksullar, yani yoksulların çocukları var. Yoksulların çocukları eğer burslarla, şunlarla, bunlarla ya da Kur'an kurslarında okumuşlarsa, Boğaziçililer, Robert Kolejliler ya da Türkiye'deki ciddi üniversitelerdekiler gibi kazanamadıkları için, onlar da kendi mesleklerini devam ettirmek için siyasetin bir kısmına, belediyelere, devlet dairelerine odaklanmaya mecburlar. Onlarda da herhangi bir değer kaybolmuyor.
Bir diğeri de bu kesimin orta sınıfı. Onların bir sistemden nemalanma ihtimalleri çok yok. Daha doğrusu, bunlar belki üst sınıf gibi iyi eğitim alıyorlar, iyi meslekleri oluyor ama diğerleri gibi sistemden nemalanamıyorlar ve sorgulamaya başlıyorlar. Özellikle diğerleri yurt dışına gittiğinde sorgulamaya başlıyor ve bu kimliğe karşı öfke duyuyorlar. Dediğin gibi, bu sefer değerlerden, dinden kopma oluyor. Bu, özellikle Gülenist harekette çok daha yoğun. Yani Gülenist hareketin genç jenerasyonunda, başörtülü, yurt dışında akademisyen olanlarda bile Deizm çok hâkim. Kurumsal dinden nefret ediyorlar artık. Bu da ciddi bir parça tabii dediğin gibi.

Ruşen Çakır: İsmail Güzelsoy, cumartesi günü Medyascope’un ‘’Hafta Sonu Yazıları’’ için çok güzel bir yazı https://medyascope.tv/2025/11/08/ismail-guzelsoy-yazdi-kimleeer-kimlerle/ yazdı. Sanıyorum, Bursa-İstanbul arası bir feribotta, yanına oturan iki siyasal İslamcının muhabbetine kulak misafiri olmuş. Yol boyunca kripto para, borsa, şu hisse, bu hisse, muhabbeti yapmışlar. Ama bu muhabbetleri ‘İnşallahlı, Maşallahlı’ kavramlarla yapıyorlarmış. İsmail, esas realitenin bu olduğunu söylüyor.
Çelenk: Yine biraz önce konuştuğum meseleye döneceğim. Şimdi Körfez'de, yani Salman'ın Arabistan’ında veya Katar'da, yeni bir Müslümanlık türü çıkıyor. Bunlar eğitimlerini Batı’da alıyorlar, ama kabile mantığı düşünce yapısı aynen duruyor. Din, Umre, Hac ya da namaz vakitleri kimliklerinin ayrılmaz bir parçası. Namaz vakitlerini belki üçe indirebilirler, birleştirebilirler. Türkiye'dekilerin ciddi bir para ve ticaretle dönen yeni ekonomiyle ilişkileri var. Ama sorun şu: Bu adamlarda, ‘’bir tane üniversite kuralım, Ömer Akat'ın yaptığı gibi bir çağrı yapalım’’ ya da müziğe, kültüre, sanata bir destek verelim’’ gibi bir hikâye yok. Körfezde de böyle bir hikâye yok. Bunlar tamamen kendilerini Anglosaksonlara emanet etmişler. Anglosaksonlar da, ‘’Sen kendi ritüellerini uygula, ama hayata bakışın ve İngiliz pragmatizmi bizimki gibi olsun ve sen, bizimle beraber yaşayarak bireysel manada da zengin olmaya devam et’’ diyorlar.

Ruşen Çakır: Bu, bir tür saadet zinciri gibi. İktidarını kaybettiği andan itibaren nasıl var olarak kalacağı belli olmayan bir gruptan bahsediyorsun. Diyelim ki bir petrol krizi çıksa ya da o geliri kaybolsa Körfez de allak bullak olacak ya da Türkiye'deki olayın bütün şeyi Erdoğan'ın iktidarı…
Çelenk: Ama şunu unutma. Biliyorsun, benim kuzenim rahmetli Abdullah Tivnikli’ydi. 80'li yıllarda Korkut Özal'la ve Turgut Özal'la beraber, ilk Körfez sermayeli bankalar, murabaha, mutahhara kavramlarıyla İslami ekonominin öncüsü oldu. İslami ekonomi bitmez, çok ciddi bir para hacmi var. Ve Cumhuriyet Halk Partisi de, diğer merkez sağ partiler de Körfez’de ne olup bittiğini hiç merak etmedi. Bu ekonomi, Türkiye'deki yeni zengin muhafazakârların dinamizmi. Belki özel hayatlarında da senden farkı yok bu adamların, ama bunlar çok pragmatik bakıyorlar. Ben mesela Kartal İmam Hatipli, RSEA programı mezunu, J.P. Morgan'da çalışan genç jenerasyonları tanıyorum. Çok seküler, ibadet yapmayan ama pratikte, “AK Parti’de hem vizyon olarak hem de kariyer olarak bir çıkar birliği görüyorlar. ‘’Biz Erdoğan dışında hiçbir yerde onun vizyonunu göremiyoruz. O olmasa, biz Körfez'de yatırım yapamayız, buraya gidemeyiz’’ diyorlar. Yani bir vizyon olarak da bakıyorlar.

Ruşen Çakır: Peki, iktidarı kaybetme durumunda nasıl kendisini yeniden üretecek bu yapı?
Çelenk: Bana sorarsan, bu yapı çok mobil. “Zaten iktidarı kaybedersek, bizim Katar'da, şurada burada, İngiltere’de işlerimiz hazır” diyorlar. Zaten İngiltere'ye, Batı’ya çok büyük, çok ciddi bir servet transferi oluyor. Bu servet transferinin %60'ı muhafazakârların. Sadece, iktidarla sorunları olup da başı belaya girme riski olanların değil, gerçekten muhafazakârların. Bu gözden kaçırılıyor. Yurt dışına transfer edilenin en az yarısı onların. Onlar için bir sorun yok. Sorun olursa, o garibanlar için sorun olur. Yani burada bir Kemalist öç ya da karşılıklı bir problem olursa, o gariban orta sınıf hizmetten kaybederler. Bunlarla karşılaşmamak lazım bu süreçte, bu dönemi böyle toparlamak lazım. Bir ara geçiş alanları yaratmak lazım.

Ruşen Çakır: Peki, içeride bu anlamda herhangi bir eleştiri, “Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?” gibi hiçbir şey yok mu?
Çelenk: Biliyorsun, ben genellikle yazılarımda kişileri, isimleri, hatta partiyi de hiç kullanmam. O doğrultuda da kapıları hep açık görüyorum. Hatta üst düzey AK Partili yöneticilerden de “İyi yazıyorsun” diyenler var. Ama böyle yazan, söyleyen de pek yok. Mesela çok çok ağır ağabeyler vefat ediyor, onlar üzerine bir şeyler söyleniyor. Kalan ağır ağabeylerden hiçbir zaman, “Siz yanlış yapıyorsunuz” diyen adam çıkmıyor. Ben bunları gerçek, mükemmel birer aydın olarak görmüyorum. Bu, sağın hiyerarşik ve ‘’mahalle’’ dediğim kapalı cemaat yapısından gelen bir şey. Hiyerarşik yapıda otoriteye karşı bir şey koyamıyorsun. Yani bu manada, ‘‘Yanlış yapıyorsun’’ diyen bir yapıyı göremiyorum. Sadece onlarla kavga edenler var. Kavga ederek ‘’yanlış yapıyorsun’’ diyemezsin.

Ruşen Çakır: Peki, mesela tarikatlara baktığımızda, o zaman onlar da bunun bir parçası.
Çelenk: Tabii. En büyük sorun o. Hatta geçenlerde birkaç şeyh efendiyi uzaktan gördüm, “Ne kadar veballeri var. Bunlar şimdi nasıl bu hesabın altından kalkacaklar? dedim. Bunu vicdanen söylüyorum. En azından, ‘’Sen yanlış yapıyorsun’’ diyebilmeleri gerekir o insanların. Tarihte mezhep imamlarını filan hep öyle okuduk. Aslına bakarsan tarikatlar, 1960'larda, 50'lerde de öyleydi. Çok Kemalist yapılar da olsa, CHP de olsa, hangi parti olursa olsun, ‘’devlet bizim başımıza bela bulaştırmasın, hizmetlerimizi ya da tekkelerimizi kapatmasın, zulüm görmeyelim. Biz sadece ibadetle devam edelim’’ düşüncesindeydiler. O dönemlerde de öyleydi. Tarikatlardan bir Şeyh Şamil hikâyesi gibi ya da İmam-ı Azam Ebû Hanîfe'nin tavrı gibi bir tavır bekleyemezsin. Oradan öyle bir insan çıkmaz, öyle bir kahraman bekleme. Bu sefer yakayı çok kaptırdılar, bunun sıkıntılarını çok yaşayacaklarmış gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: Ben de tarikatları bayağı tanırım. Mesela Menzil’de yaşananlar acayip şeyler. Baba ölüyor, kardeşler birbirine giriyor. Önce para paylaşımı derken, en son birbirlerini vurmuşlar, yaralılar var. Bunun açıklaması ne olabilir? Sen tarikat olgusunu biliyorsun. İnsanlar oraya bir adanmışlıkla gidiyorlar.
Çelenk: Bir huzur arayışıyla, dünyalarının değişmesi beklentisiyle gidiyorlar.

Ruşen Çakır: Evet. Hem kişisel bir ontolojik arayış hem de bir cemaat arayışı. Ama düne kadar hep birlikte, ihvân olan bu insanların, şimdi şu ya da bu nedenle birbirlerine böyle girebiliyor olmalarını nasıl açıklayabiliriz? Bu, bir miras paylaşımı sonuçta.
Çelenk: Baktığın zaman, mesela Süleyman Efendi'nin grubunda da buna benzer olaylar vardı, biliyorsun, aynısı oldu. Sen onları benden daha iyi bilirsin. Ama Süleymancılara tam bir klasik Nakşî grubu diyemezsin. Mesela Erenköy Cemaati, İskenderpaşa da benzer bir kriz yaşadı, ama böyle dolaylı bir şey olarak geçti. Ben bunu, gene de biraz bu köylülükle bağdaştırıyorum. Mesela Erenköy Cemaati de benzer. Oradakileri sen de tanıyorsun zaten, bir kısmı arkadaşlarımız. Onlarda kent kültürü, uzlaşma kültürü ve hiyerarşik bir yapı var. Hitaplarında bile öyle. Mesela birbirlerinin karşılarında eğilmezler, bu manada el öpmezler. Ama tabii oradaki feodal kültür ve köy kültürü çok belirleyici oldu. Siyasetle ve ticaretle olan ilişkilerini belirleyecek bir görgü birikimleri yoktu. “Allah'ın sopası yok” derler ya, yaptıkları bu kadar hatanın bedeli de böyle ödendi. Bir de, bu insanlar, buraya gidip gelenler, hayâl edemeyecekleri şekilde bazı servetlerle karşılaştılar. Bunları yönetebilecek bir görgüleri, bilgileri, birikimleri olamazdı. Ve siyasetle de gayet içli dışı olunca, bu gerçekleşti. Bunun böyle olması pek de sürpriz değil yani.

Ruşen Çakır: Peki, ne olacak?  Bu ‘’açık ve gizli köylülük’’ hâkimiyetindeki Türkiye kentleşemeyecek mi?
Çelenk: Vallahi, işte o 1 milyon dolarlık soru. Ama bunun bir yol haritası var. Bunun yol haritası, benim hep çok değer verdiğim Şerif Mardin'den, Mümtaz Turhan'dan, Nurettin Topçu'dan geliyor. Bir kısmı ahlâk endeksli bakıyor, bir kısmı kültürel değişime endeksli bakıyor. Ama genelde bir zihniyet değişimi gerekiyor. Bu zihniyet değişimi sadece bizim köylü mahallelerin değil, aynı zamanda Türkiye'deki sekülerlerin de, Kemalistlerin de çok ihtiyacı olan bir şey. Zaten Batı’daki bilim devrimi, teknolojik bir devrim değildi. O devrimin özü, bir zihniyet değişiminin esasıydı. Yani maddi ve manevi dünya arasındaki ilişkinin doğru bir tanımıydı. Biz o tanımı kaçırıyoruz. Mesela Mehmet Akif, “Batının ilmini ve fennini, teknolojisini alalım” diyor. Ama bence asıl olan, Mümtaz Turhan’ın dediği. Batı’nın ilmi ve fenni hikâye. Asıl, Batı’nın zihniyet değişimini alalım ki bu işleri kotaralım. Yoksa bahsettiğin Menzil örneği gibi, kültür değişmelerinin erozyonundan kurtulamayız.

Ruşen Çakır: Bu yazıp çizdiklerin, söylediklerin yüzünden bayağı bir dayak yiyorsundur herhâlde.
Çelenk: Yani sadece bunun entelektüel bir kibir mi olduğu söyleniyor. Bir de, “Seni dışladılar, onun için bunları yazıyorsun” diyenler var. İkisi de sorun değil benim için. Mesela Ümit Özdağ Hoca’yla da mesajlaşıyorum, Özgür Özel’le de irtibatım var, AK Parti’den birkaç bakan arkadaşla da. Benim için önemli olan, lafımı anlatabilecek bir güven seviyesinde hangi insan olursa, onu sağlayabilmek. O zaman faydamız olur. Sağ olasın, sen de bu platformu bana hep açtın ve yıllardan bu yana bir şeyler yapmaya çalışıyoruz karınca gibi.

Ruşen Çakır: Evet. Çok sağ ol, Tarık. Ekleyeceğin bir şey var mı?
Çelenk: Evet. Bu kitap geri kalan kitapların bir serisi. Online platformlardan da kolay bulunur, zaten birkaç gün sonra da kitapevlerine düşecek.

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler.
Çelenk: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Tarık Çelenk'in Vagon Yayınları’ndan yeni çıkan, ‘’Açık ve Gizli Köylülük: Toplu Savrulma’’ kitabı hakkında konuştuk. Türkiye'de sağın, ama aynı zamanda sağ dışı çevrelerin de eleştirisini içeren yazılardan oluşan bir kitap. Tarık Çelenk'e çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
14.11.2025 Ekrem İmamoğlu’na erişimi engellemek mümkün mü?
13.11.2025 CHP’yi kapatabilirler mi?
12.11.2025 CHP iddianameye hazır mıydı? | Murat Aksoy değerlendiriyor
12.11.2025 Nihayet İBB iddianamesi: İlk izlenimler
11.11.2025 “Al evine besle” acımasızlığında son nokta
11.11.2025 Açık ve Gizli Köylülük: Toplu Savrulma | Tarık Çelenk ile söyleşi
10.11.2025 Selahattin Demirtaş çıkınca…
09.11.2025 Yakmak istediğim fotoğraflar!
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı